Bir Küçük Domuz Yedik?

domuz eti kullanan firmalar, domuz eti nasıl anlaşılır, domuz eti neden haram, domuz eti neden yenmez, domuz eti nerede satılır, domuz etinin faydaları, domuz kesimi, müslümanlar neden domuz eti yemezler

Bir Küçük Domuz Yedik?
19 Şubat 2015 - 02:40

Geçenlerde gıda işiyle uğraşan bir tanışımız; “Herkes en az bir küçük domuz yemiştir” diye bir laf etmişti. Bu doğru olabilir miydi? Yediğimiz içtiğimiz gıdaların içerisinde domuz parçacıkları mı vardı gerçekten?

 

Bu konuyu araştırmak üzere GİMDES’e yani Gıda ve İhtiyaç Maddelerini Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği’ne gittim ve dernek başkanı Dr. Hüseyin Kâmi Büyüközer Bey ile görüştüm. Her ne kadar konu hakkında önceden bir fikir sahibi olsam da bu görüşmeden sonra Müslümanların “helal gıda” konusundaki sorunlarının çok daha ciddi bir boyutta olduğunu fark ettim. Mesela önceden çikolata gibi ürünleri alırken Müslüman olarak bildiğim büyük bir firmanın ürünlerini alırdım, şimdi ise ona da şüpheyle bakmaya başladım.

 

Jelatinin tamamı ithal ediliyor

 

Çikolatadan, bisküviye, yoğurttan dondurmaya kadar birçok ürününün içindekiler kısmını okuduğumuzda “sığır jelatini” diye bir maddeye rastlıyoruz. Hüseyin Kami Büyüközer Bey’den öğrendiğime göre gayrimüslimlerin icat ettiği bu maddeyi dünyada yalnızca gayrimüslimler üretiyorlar. Yani yılda üretilen toplam 380 bin ton jelatinin yüzde doksan dokuzunu Müslüman olmayan ülkeler üretiyor. Ve bu jelatinin 180 bin tonu da Müslüman ülkelere ihraç ediliyor. Türkiye ise bu maddeden yılda iki bin ton ithal ediyor.

 

Günümüzde yüz binlerce ürün domuz katkılı maddelerle üretilirken,

 

bir gayrimüslümün ne ürettiğinden çok bir müslümanın ne yediğine dikkat etmesi gerekir.

 

Hüseyin Kâmi Bey diyor ki; “Bu ürünü domuzla haşir neşir olan Batı ülkeleri üretiyorlar ve satıyorlar. Onların ‘bu ürünü Müslümanlar yiyecek içine domuz karıştırmayalım’ diye bir hassasiyeti yok.” Şöyle bir düşünecek olursak Avrupa’nın çeşitli mezbahalarından toplanan et, kemik ve deri gibi maddeler jelatin fabrikasına gönderiliyor. Jelatin fabrikası suda bu kemik ve sakatat parçalarını bir müddet beklettikten sonra jöle kıvamında bir madde oluşuyor. Bu da buharlaştırılınca geriye jelatin dediğimiz madde kalıyor.

 

Şimdi Avrupa’yı şöyle bir düşünelim. Domuz günlük çok miktarda tüketilen bir ürün… Ve bu kesimhanelerde sadece sığır kesimi yapılmıyor. Oradaki insanlar bu jelatini Müslümanlar yiyecek diye düşündükleri düşünülemeyeceği gibi zaten Müslümanların da böyle bir talebi yok…

 

Neticede ülke olarak iki bin ton jelatini ithal ediyoruz. Bu jelatinin içinde domuz, at ve eşekten yapılan jelatin olmadığına dair kimse bir garanti veremiyor. Hatta Hüseyin Kami Bey bir şekerleme firmasına (hani lastik gibi şekerlerden üreten) bir mektup gönderiyor. Bu jelatinin domuzdan yapılmadığının garantisini verebilir misiniz diyor. Kendisine verilen cevabi yazıda böyle bir garanti veremeyeceklerini söylüyorlar.

 

İşin can alıcı yanı

 

Hüseyin Kâmi Bey şuna dikkat çekiyor:

 

Gıdalarda kullanılan jelatin sığır jelatini bile olsa yine haramdır çünkü bunun helal olması için helal usullerle kesilmiş hayvanların yan ürünlerinden yapılması lazım.

 

Yani uzun lafın kısası Brezilyada veya başka bir ülkede ne şekilde ve ne usulde kesildiğini bilmediğimiz hayvanlardan üretilen jelatini güvenilir sandığımız markaların amblemleri altında her gün tüketiyoruz. Bu büyük firmalar Allah’tan korksalardı, bu jelatini kendileri üretmeye bakarlardı. Yetkililer de Allah’tan korksalardı bu konuyu araştırır ve gerekli denetimi yaparlardı. Demek ki acı ama gerçek bir durumla karşı karşıyayız.

 

Büyük bir çarpıklık

 

GİMDES yurt dışına ihraç ettiğimiz yüz altmış kalem ürüne helal sertifikası vermiş. GİMDES ihraç edilen ürünlere “helal” damgasını veya kendi helal sertifikası logosunu rahatlıkla basıyorken, kendi ülkemizdeki üretilen ürünlere bu logoyu basamıyor. Çünkü devletin ve kanunların ürünlerin üstündeki helal kelimesine tahammülü yok.

 

Bir firma ürününe “helal sertifikalı” olduğuna dair bir işaret koymaya kalkarsa ağır para cezasına çarptırılıyor. Ama “domuz eti yoktur” gibi bağlayıcı olmayan bir ifade koyduklarında kimse bir şey demiyor. Bu konudaki hukuki sıkıntıları GİMDES başkanı Dr. Hüseyin Kami Büyüközer Bey’e sorduk ve şu yanıtları aldık?

 

GİMDES’in karşılaştığı hukuki sıkıntılar neler?

 

Türkiye şuanda Müslümanlara göre düzenlenmiş bir devlet düzenine sahip değil. Gerçek manada laik bir devlet de değil. Müslümanları kendi haline bırakmıyor herkese kendi inancına göre yaşama imkânını tanımıyor. Türkiye’deki Yahudiler bugün Müslümanlardan daha hür ve bağımsız bir şekilde hayat sürebiliyorlar. Ama Türkiye’deki Müslümanla bağımsız bir şekilde dini faaliyetlerini yürütemiyorlar. Devlet müdahale etmeye çalışıyor. Bugün siz bu ürünlerin üzerine, İslamî bir işaret logo, amblem veya bir işaret koyamıyorsunuz. Haksız rekabeti önlemek için bu yasağı getirdiklerini savunuyorlar. Koymak isteyenlere de para cezası kesiyorlar. Ama bu firmalar ürünlerini yurt dışına götürdükleri vakit rahatlıkla bu işaretleri koyabiliyorlar. Mesela Hamidiye suları 35 ülkeye ihracat yaparken logomuzu koyuyor. Bu yasağın kalkması lazım… Ürünlerin üzerine logo konabilmesi lazım. Şuanda hiçbir bağımsız kurumun onayı ve denetimi olmadan 1995’ten beri bütün firmalar etiketlerine; “Ürünümüzde domuz veya domuzdan yapılmış maddeler yoktur” diye yazı koyuyorlar. Bunu yazanlara bir ceza vermiyorlar. Tarım Bakanlığı bunu sadece seyrediyor. Ama bizim logomuzu veya helal ismini yazan bir işareti görünce hemen para cezası veriyor.

 

Bu sıkıntının nedenleri nedir?

 

Yüzde doksan dokuzu Müslüman bir ülkede maalesef devletin hukuk sisteminde helal haram kavramlarının bir izahı ve karşılığı yok. Anayasasından bütün kanunlara varıncaya dek hiçbirinde helal ve haramın tarifi yok. Bu konuya tamamen kör ve sağır durumda olan bir devlet düzeninde bizim çalışmalarımız yurt dışına dönük olarak yürütülebiliyor. Verdiğimiz belgeye de; “ihracat maksadıyla veriyoruz” diye yazıyoruz. Biz kendi amblemimizi ürünlerin üzerine koyamadığımız için bizim şuurlu tüketicimiz bizim sertifika verdiğimiz firmaların listesini internetten veya broşürlerimizden buluyor ve markete gittiği zaman bu ürünleri tercih ediyor. Böylece helal sertifikalı ürünleri tüketmiş oluyor. Bugüne kadar yüz altmış firmaya biz sertifika verdik. Bu ürünleri tercih edince gönül rahatlığı ile helal olduğu belgelenmiş olan bir ürünü evine götürmüş oluyor.

 

Bu işte Yahudi parmağı olabilir mi?

 

Zorluk çekmemizin sebebi Yahudi ile alakasından çok Müslümanların kendi haklarının farkında olmamaları.. Biz bunun sıkıntısını çekiyoruz. Eğer bugün tüketici olarak Müslümanlar haklarının ne kadar güçlü bir kaynağa dayandığını bilseler bu marketlerin hiçbirisi bu haliyle satış yapamaz. On tane Müslüman marketteki yetkiliye diyecek ki: “Helal sertifikalı şu ürünleri markete getir.” Veya “Şu şekerlemede domuz jelatini var; bunu neden satıyorsun.” Bunu on kişi söylerse o adam o ürünü bir daha satamaz.

 

Bazı büyük firmalar var, bunların size müracaatı oldu mu?

 

Her firma bize gelmiyor. Çünkü ayıbı çok… İnat ediyor ve “ben bu tatlı parayı nasıl kaybederim” diye düşünüyor. Mesela binlerce ürün üreten büyük bir firma bize gelmiyor, çünkü getirdiği ürünlerin çoğunda ithal maddeler var

Gaziosmanpaşa Hacımaslı köyü domuz çiftliği’nin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajına akıyor. Baraj on milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var.

 

Türkiye’deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere ‘kıyma’ şeklinde satılıyor. Domuz etini Salam, sosis olarak da piyasaya sürmek en sık kullanılan yöntem.

 

‘Dinen yasak olmasına, yemek kültürümüze aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu?’

 

Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda bir, iki, bazen de üç kez ve her batında 15-20′ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yılda iki kez doğum yapsa, her batından 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor.

 

Normal şartlarda evcil bir domuzun yüzde 30′u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50′yi bulabiliyor. Yani 150 kg’lik bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana ya da koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken.

 

Beslenmesi kolay, cam dışında -leş dahil- her şeyi yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor.

 

Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul. Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kg domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor.

Türkiye’deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından İsmail Türk’ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor.

 

Domuz konusunda herkes topu başkasına atıyor. Bu noktada tüketicinin yapması gereken Şeyi Çevre Sağlık Il Müdürlüğü Gıda ve Çevre Kontrol Şubesi Müdürü İrfan Yılmaz özetliyor; – Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.”

 

Türkiye’de Domuz Çiftlikleri, Kesimhaneleri ve Kullanma Yerleri

 

GİMDES derneğinin araştırmasına göre, Bugün ülkemizde ne acıdır ki 80′nin üzerinde domuz çiftliği faaliyet göstermekte. Ülke coğrafyasında dağılımı ise şöyle: Eskişehir, Çorum, Kastamonu, Manisa, Isparta, Kayseri, Mersin, Bilecik, Erzincan, Adana, Denizli, Bursa (Ertuğrul köy, Hançerli Köy, Çınarlı Köy) Burdur, Gökçeada, İzmir (Menemen, Kısıklı Köyü) Balıkesir, Afyon (Emirdağ), Kütahya, İstanbul (Arnavutköy, Ayazağa, Acımaşlı köyü, Habibler, Kemerburgaz, Beykoz, Terkos, Cendere, Halkalı, Polonezköy, Zeytinburnu, Çorlu) vs.

 

Bu çiftliklerde yılda 1 milyonun üzerinde domuz, kesimhanelere gitmektedir. Kesimhanelere gelince, bir çoğu sucuk, salam, sosis imalat hanelerinin bünyesinde bulunmakta bir kısmı kaçak kesimhanelerde, çok azı da Belediyelerin kontrolünda olan kesimhanelerde kesiliyor. İstanbul’da Sütlüce Belediyesinin kesim hanesi en meşhurlarındandır.

 

Kesimhanelerde kesilen domuzlar daha sonra nerelere gidiyor? Etler ve yağlar sucuk, salam, sosis fabrikalarına, otellere, tatil köylerine, büyük, küçük marketlere, büfelere, iç yağları sabun fabrikalarına, ilaç fabrikalarına, kozmetik imalatına, bazı margarincilere; kıllar fırça imalatçılarına; işkembe, bağırsak, ciğer gibi sakadatları kozmetik ve ilaç sanayiine, göz ve bazı iç organları hastahanelere; bazı artıklar yem sanayiine; deriler dericilere dağıtılmaktadır.

 

İşte böyle yılda 1 milyondan fazla kesimi yapılan domuzun her eczası hayatımızın çeşitli kademesinde farkına varmadan, bilgimizin dışında karşımıza çıkabilecek durumdadır. Ve bunu kontrol edecek, Müslüman halka bildirecek hiçbir resmi ve sivil merci bulunmamaktadır. Sucuk, salam, sosis ürünlerinde etiketlerinde kullanılan katkı ve yardımcı maddelerin hangi hayvan cinsine ait olduğu yazılması kanuni bir zorunluluk olmasına rağmen, etiketleri de bu bilgileri bulmak mümkün olmamakta. Hatta sosisler etiketsiz bile satılabilmektedir.

 

Sosis, salam, sucuk imalathanelerine gelince; bunu kontrol etmek hemen hemen hiç mümkün değildir. Çünkü bunu aleni yapan çok az firma var. Çoğu bu işi bile bile ve gizli yapıyor.

 

DOMUZ ÜRETEN İMALATHANELER

 

1. Şişli’de Foti-Onur-Fomar

 

2. Ayazağa’da Çerkezo-Sifko imalathaneleri

 

3. Ayazağa’da Adela

 

4. Gourmet

 

5. Arnavutköy yakınlarında Karlıbayır mevkiinde Marmara salam imalathanesi

 

6. Pepço, Şütte, Artem, İdeal, Özarzum imalathaneleri

 

Bu imalathaneler gibi ülkemizde 100′ün üzerinde imalathane var. Bu imalathanelerde markalı, markasız, etiketli, etiketsiz, domuz eti ve yağı katılmış çeşitli salam, sosis, sucuk ve jambon üretilmekte ve maalesef bunlar Müslüman halka yedirilmektedir. Sadece İstanbul’a günlük giren domuz eti miktar 30-40 ton civarındadır. Bu etlerden yapılan ürünleri gayri müslümler değil, bilerek veya bilmeyerek Müslüman inancına sahip vatandaşlar tüketmektedir.

 

“Türkiye’de Domuz Gerçeği” Kitabının yazarı Reşit Haylamaz’ın bir imalathanede karşılaştığı Şişli Belediyesine mensub görevlilerle yaptığı bir söyleşide şu ifadelere yer veriliyor:

 

Yazar -Nasıl buldunuz?

 

Görevli-Sağlık açısından gerekli şartları yerine getirmişler.

 

Yazar -Üretimde domuz kullanılmasına ne diyorsunuz?

 

Görevli-O mesele bizi ilgilendirmiyor. Görevimizin dışında.

 

Hayır efendim, Müslüman tebanın reyleri ile işbaşına gelen belediyelerin ve onların görevlilerinin domuz katılmış sucuk, salam, sosis, jambon üretimi yaparak, etiketinde dahi belirtmeye lüzüm görmeden, Müslüman tabaaya haberi olamadan yedirmeye kalkma olayı, mutlaka görevinin içinde olmalıdır. Bütün dünyada böyledir. İnsanları alenen ve sürekli olarak aldatma ne zamandan beri görev dışı kabul ediliyor?

 

İslam inançları kesinlikle domuz eti tüketimini yasaklıyor. Bu sebeple Halkının çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede tüketicinin inançlarına aykırı bir tüketim mamülünün bilgisi dışında satılmaması gerekiyor. Tüketici soruyor; Türkiye’de her yıl kesilen 1 Milyon domuz nerede kullanılıyor?

 

Mustafa İslamoğlu’nun 14 Kasım 2005′te Yeni Şafak gazetesinde yazdığı makale:

 

Helal gıda meselesi / Mustafa İslamoğlu

 

Sokaktaki insan önemini yeterince kavramasa da, “helal gıda” meselesi, Müslümanların en önemli sorunlarından biriydi. Çünkü, inançlarının kendileri için çizdiği “helal-haram” çizgilerini korumak, Müslüman olmalarının boyunlarına yüklediği bir vecibeydi.

 

Fakat bunu nasıl yapacaklardı? Çünkü Müslüman bireyler teker teker gıdayı denetleyemezlerdi. Bu iş kurumların işiydi. Müslümanlar da hassasiyet derecelerine göre, şüpheli gıdalardan uzak durma yolunu tercih ettiler. İslami hassasiyeti olmayan firmaların gıda ürünlerini almadılar. Müslümanların bu hassasiyetini istismar edenler de çıktı. Onların sırtından haksız rekabete girişen de. Hatta, İslam’a hasım olan sermaye sahiplerinin, iş para kazanmaya gelince, nasıl haram karışığı mallarını helal diye pazarladıklarına şahit oldular. Müslümanların helal gıda ile beslenme hassasiyeti yeni sektörler doğurdu. Açgözlüler, bu sektörlerde suyun başını tutmak için, “Kalitesini arama, helal ya, ona bak” mantığıyla iş kotardılar.

 

Yani, Anayasa’sında “sosyal” olduğu yazılan bir devlet, en temel görevlerinden birini, (gıdayı halkının inançları açısından da denetleme işini) sırf İslam’a olan tanıdık tavrından dolayı yerine getirmiyordu. Yahudi azınlığa tanınan helal gıda (koşer) yeme hakkı, Müslüman çoğunluktan esirgeniyordu.

 

Resmi ideolojinin dine karşı aldığı hasmane tutumdan dolayı, devlet, gıda konusundaki İslami hassasiyetleri bunca yıldır görmezden geldi. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” deyimini bilmeyeniniz var mı? Bu deyimi üreten bu toprakların insanı, Müslüman mahallesinde değil haram gıda, şüpheli gıda satmakta bile bir gavurluk bulurdu. İslami hassasiyetlerin göz ardı edildiği dönemlerde, Müslüman mahallesinde salyangoz satanlara gün doğdu. Onlara kimse, kaşının altında gözün var diyemedi. Hatta teşvik gördüler, taltif gördüler.

 

Müslümanlar aleyhine işleyen bu süreç, sonunda Müslüman mahallesinde domuz satma noktasına gelip dayandı. Gıda konusunda hassasiyet sahibi bir derneğin de başkanı olan, işin uzmanı bir okurumun haftalar önce bana yolladığı bir mesaj, bu ülkede “gıda terörünün” sadece “hijyenle” sınırlı olmadığını, bu terörün bir de “dînî” boyutu olduğunu, bakın nasıl ortaya koyuyor:

 

“Gaziosmanpaşa Hacımaşlı köyü domuz çiftliğinin suları ve katı atıkları 300 metre mesafedeki Sazlıdere Barajı’na akıyor. Baraj 10 milyon kişinin su ihtiyacını karşılıyor. Çiftlikte 5 bin domuz var. Türkiye’deki domuz çiftliklerinde yıllık 3 milyon kg. civarında et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kırmızı et üretiminin yarısı. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarına ve marketlere “kıyma” Şeklinde satılıyor. Salam, sosis de piyasaya sürme yöntemlerinin en sık kullanılanı. Neden domuz? Peki ama dinen yasak olmasına, Türk yemek kültürüne aykırı bulunmasına rağmen neden domuz cazip bir konu? Çünkü domuz yetiştiriciliği kârlı bir iş. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yaşına göre yılda bir, iki, bazen de üç kez ve her batında 15-20′ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor.Bir domuz yılda iki kez doğum yapsa, her batından 10 yavru yaşasa, 20 sene yaşayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahası yeni doğmuş bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çıkabiliyor. Normal Şartlarda evcil bir domuzun yüzde 30′u yağ olarak ayrılabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50′yi bulabiliyor.Yani 150 kg’lık bir domuzdan 75 kiloluk yağ elde edilebiliyor. Bu da dana yada koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken. Beslenmesi kolay, cam dışında her şeyi -leş dahil- yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulaştığı zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yılda yaklaşık 1 milyon kg. et çıkıyor. Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satıldığı meçhul. Diğer çiftlikler de göz önüne alındığında Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kg. domuz etinin piyasaya değişik yollarla sürüldüğü ortaya çıkıyor. Türkiye’deki toplam kırmızı et tüketiminin de 6 milyon kg. olduğu göz önüne alınırsa tablonun vahameti daha da netleşiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasında satılan bu domuz etlerinin ağırlıklı olarak kıyma, sucuk, salam ve sosis olarak satıldığı dile getiriliyor. Çiftlik çalışanlarından Ismail Türk’ün verdiği bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük

otellere, yemek fabrikalarına kıyma ve sosis gibi ürünler olarak satılıyor. Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak beş firma domuz satın alıyor..”

 

Bu firmaların ismini vermeme mevzuat müsait değil. Şu kadarını bilin ki, bu firmaların en büyük müşterileri arasında, ilk sıralarda, Türkiye’nin anlı-şanlı market zincirleri de var. Bu zincirler bu ülkenin en büyük guruplarına ait. Şimdi gel de domuza iki çift laf et. Bu gurupları karşında bulursun. Onlara reklamlarla göbeğinden bağlı olan medya bu işe nasıl el atsın? Gördüğünüz gibi “gıda terörü”nün bu yanı, zülfü yare dokunduğu için hassasiyet sahibi olsun olmasın, tüm medya tarafından sükutla geçiştiriliyor. Maalesef yasalar da buna çanak tutuyor. Sizin anlayacağınız, tam da Nasreddin Hoca’nın “Bu nasıl memleket böyle, taşları bağlayıp köpekleri salmışlar” dediği türden bir durum yani.

 

Ey millet! Bu ülkede, kırmızı et tüketiminin yarısı kadar domuz eti üretiliyor. Soru şu: Bunları kim pazarlıyor, kimlere pazarlıyor?

 

“Helal gıda” standardının gündeme gelmesiyle “Gıdaya da Din Karıştı” (sanki gıdaya karışmayan din varmış gibi) manşeti atan basının, bu geç kalmış teşebbüsü, “Şeriat düzeni için atılmış bir adım” olarak nitelendiren sol siyasinin, kimin değirmenine su taşıdığı, şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?

 

Soru şu: Bu ülkede, haramilerin ve haramzadelerin haramı savunma hakları kadar, Müslümanların helal yeme hakları yok mu?


 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum