Abdülaziz KIRANŞAL

Abdülaziz KIRANŞAL


Hz. Adem’in babası ve Kur’an’sız Düzenin Kur’an’cıları

19 Mayıs 2016 - 01:27

 

 

İlk kez İngiliz sömürgesindeki Hint alt kıtasında ortaya çıkan Kur’an’cılık, sünneti göz ardı ederek, sadece Kur’an’ı referans almaya çağıran bir anlayıştır. Kökü dışarıda olan bu akımı ciddi derecede etkileyen Avusturya asıllı İngiliz oryantalist Dr. Alois Sprenger, Delhi’de kurulan İslami İlimler Fakültesi’nin başına getirilmiş ve ilk kez hadislerin büyük bir kısmının “uydurma“ olduğunu söyleyip, sünnetin değeri üzerine şüphe uyandıran makaleler yazmıştır. Bu hareketin temelleri Seyyid Ahmed Han (1817-1889) ve onun öğrencisi Çerağ Ali‘ye dayanmaktadır. Dinî bir cemaat ve grup olarak 1902 yılında Abdullah Çekrâlevî tarafından Lahor‘da kurulmuş, 1985 yılına kadar da bu hareketi Gulam Ahmet Perviz sürdürmüştür.

Bu ekolün savunucuları, Hz. Peygamber‘in mucizelerini kabul etmemekle birlikte kıssalarda geçen mucizeleri de tevil ederek, harikuladeliklerini reddetmektedirler. Ayrıca şefaati ve kabir hayatını, kabirdeki azap ve sevabın varlığını kabul etmezler. Hadisler ve sünnet hakkındaki temel görüşleri; Allah‘ın Kitabı bize yeter, Sünnet, Allah tarafından gönderilmiş bir vahiy değildir, Sünnet doğrultusunda hüküm vermek, hükümde şirk koşmaya götürür, Risalet asrında sünnet şâri değildi, Rasulullah‘ın sözleri, o dönemin şartlarına uygun olarak ve ashabının ihtiyaçlarını gidermek için söylenmiştir. Dolayısıyla yaşadığı dönemle sınırlıdır. Günümüzün şartları ise tamamen farklıdır, senet ve metin açısından Sünnete tenkidin girmesi, sünnetin tedeyyün sıfatını ortadan kaldırmıştır, Sünnet, Müslümanlar arasında ayrılığa sebep olmaktadır şeklinde özetlenebilir.

Memleketimizde son dönemde ekranlarda ve sosyal medya platformlarında bu hareketin yerli temsilcilerine sıkça rastlamak mümkündür. Kendilerini Kur’an’cı olarak nitelendiren ve uydurulmuş dinden indirilmiş dine çağırdıklarını söyleyen bu akımın temsilcileri ne gariptir ki siyasetin Fransız laiklik hukukuna göre, ticaretin Alman borçlar hukukuna göre, mahkemelerin İtalyan ceza hukukuna göre, evliliğin İsviçre medeni hukukuna göre olduğu, sadece cenazelerin İslam hukukuna göre defnedildiği Kur’an’dan zerrece nasiplenmemiş bir düzende, Kur’an’cılıklarını Hz. Adem’in de babasının olduğu, Hz. Meryem’in hem erkek hem dişi hücre taşıdığı gibi tuhaf iddialar üzerinden kanıtlamaya çalışmaktadırlar.

Hâlbuki Kur’an’cılığın temel hedefi, önce içinde yaşadığı düzenin Kur’an’ın ilke ve prensiplerine göre dönüştürülmesi olmalı değil midir? Bu ekolün temsilcileri güya Kur’an adına Buhari’ye, Müslim’e, Ebu Hureyre’ye, Ehl-i Sünnet’e yönelttikleri cesur eleştirileri aynı cesaretle içinde yaşadıkları Kur’an’sız düzene neden yöneltmemektedirler.

Madem referans olarak Kur’an alınıyor, içki, kumar, faiz, zina, eşcinsellik, atezim gibi Kur’an’ın yasakladığı büyük günahların resmileşip, kurumsallaşıp vergiye tabi olmasına, Kur’an’ın yaklaşmayın diye emrettiği zinanın suç olmaktan çıkarılmasına neden hiç değinmemektedirler?

Kur’an ve Sünnetin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili tavrı net olduğu halde ABD ile stratejik ittifakı, İsrail ile dostluğu, İsrail’in vestonun kaldırılmasını, topraklarımızdaki NATO üslerini aynı cesaretle neden gündemlerine almamaktadırlar?

Yukarıda saydığımız Kur’an’ın ana konuları orta yerde dururken, Kur’an’ımızın mevzu bahis dahi etmediği tali meseleler üzerinden Kur’an’cılık iddiasını kanıtlamaya çalışarak, âlem-i İslam’ın bu en zor zamanlarında Müslümanların güncel sorunlarına pratik çözümler üretmeyenlerin, öncelikler fıkhını gözetmeyip sanal ve reyting yapan gündemler peşinde koşarak,  ümmetimizin imkânlarını, Müslümanların umut ve heyecanını sömürenlerin, ahiretteki hesabı elbette çetin olacaktır.

YORUMLAR

  • 0 Yorum