Cemal ÇINAR

Cemal ÇINAR


KURANI KERİM AYETLERİNDEN YANLIŞ MANA ÇIKARMAMAK İÇİN NE YAPILMALI

23 Temmuz 2020 - 00:37

فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin…” Tevbe/5 Tüm İslami konuların temelinde Kur’an’ı Kerimin, yani vahyi ilahinin nasıl anlaşıldığına bağlı. Eğer konu şer’i bir mesele ise şeriatımızın o konu hakkında önce nakli, sonra ilmi ve daha sonra akli delillerle o konunun anlaşılmasına çalışılmalıdır. Eğer herhangi bir ayeti kerimede bir kelimenin hem terminolojik hem de mefhum olarak birden çok manaya geliyorsa ayeti kerimede bulunan mefhum manayı anlamak için asrısaadetteki pratikte nasıl anlaşılmış veya ayetin siyak ve sibakına bakarak doğru bir mana ancak verilebilir. Vahiy nakil ilmidir. Akıl onu doğru anlamaya çalışan en büyük nimettir. Vahiy yol, akıl ise onu gösteren fenerdir. Fener, yol yapan değil, yol gösterendir. Fener olmayan yolu gösteremez. Ama yol fener olsa da olmasa da vardır. Yalnız, karanlıkta fener olmadan yolu bulmak mümkün olmadığı gibi, akıl olmadan vahyi anlamakta bu şekilde mümkün değildir. Vahiy ölçüdür. Bu ölçüyü koyan akıl değil yüce Allah’ın bizzat kendisidir. Akıl da onu doğru anlayacak en büyük ve biricik aygıttır. Akıl vahiy ilişkisi açısından bu sıralama çok önem arz etmektedir. Bu bağlamda sözümüz, aklı vahiyden üstün görmeye çalışan mealcılaradır. Akla dayanmadan vahyi ilahiyi anlamak mümkün olmadığı gibi, vahyi ilahiyi beşeri akla mahkum etmekte mümkün değildir.Bu tanımı söyledikten sonra, niçin bu ayeti kerimeyi seçtik? Bu ayeti kerimeye kılıç ayeti denilmektedir. Ayeti kerimeden hareketle birileri müşrikleri buldukları yerde vurmayı emrettiğini zanneder. Sonra müşrik kimdir denilir? Kendileri gibi düşünmeyen tüm Müslümanlardır derler. İşte bu ve benzeri ayeti kerimeleri delil alarak kendileri dışında müşrik! Olarak bildikleri her Müslümanı vurmayı Allah’ın emri” olarak ve bunu ibadet niyeti ile yapmaları! Namaz kılan müşriklerle anlaşmak mümkün değildir derler! En büyük delil bu ve buna benzer nasları delil gösterirler! Namaz kılan Müslümanları ibadet niyeti ile vurmaya! Çalışmaları. Ayeti kerimede kafir geçmediği için kafiri bırakıp “onlara göre “ namaz kılan müşrikleri! öldürmek” Kur’an’ın emri olmuş oluyor. Artık bu düşünceye göre kâfirlerle beraber yaşamak, hatta anlaşmak bile caiz olsa da sözüm ona şu namaz kılan müşrikleri! İse ayeti kerime dayandırarak “bulduğunuz yerde vurun” dediği! İçin bunları vurmak ibadet olarak görürler. Aslında Kur’an’ı Kerimin sağlıklı bir şekilde anlaşılması için farklı birkaç ya ayet, ya sure ya da cüzü anlayabilen kişi Kur’an’ı Kerimin diğer geri kalan kısmını da anlaması o oranda kolaylaşır. Yani anlamadaki usul ve üslubu yakalamak önemlidir. Kur’an’ı kerimde bulunan bir kısım kelimelerin “sözlük” manalarını anlamamız için lügatteki manadan istifade edip başvurabiliriz. Hatta bazen konuya ışık tutan Arap şiirine de başvurabiliriz. Bu ve buna benzer anlamların elde edilmesi ayetlerdeki teknik bazı nüans farkları için önemli olsa da asıl vahyi ilahinin manayı mefhumunu anlamamız için tek başına bu bilgiler yeterli delil olamaz. Resul-i Ekrem’e; onlara beyan etmen için… Açıklayasın diye… Gibi çokça ve tekrar edilen Kur’an’ın bu vurgusu ile ayetlerden kast edilen de işte bu olsa gerek. Siyasi, idari ve sair insani hususlarda içtihadında isabet etmediğinde Resul-i Ekrem’i yüce Allah uyardığını görüyoruz. Ama Kur’an’ı Kerimin inen ayetlerinin hangisinin nereye yerleştirileceğini, inen ayetin nasıl anlaşılıp pratikte tatbik edileceğini Resul-i Ekrem’in yüce Allahtan emir almadan kendi yanından bunu yaptığını söylemek mümkün mü? Resul-i Ekrem’in, her inen ayeti kerimenin manasına bindirerek pratikte gösterip yaşadığı dinin tamamlanıp kemale erdiğini Maide/3. Ayette de işaret ederek Peygamberin pratiğini tasdik etmiş bulunmaktadır. İşte bu ayeti kerime de, günümüzde aşırılığı dini vecibeler arasına sıkıştırmayı kendisine prensip edinen bazı kardeşlerimize bakarak bu ayeti celileyi doğru anlamaya çalışıyoruz. Peki, bu ve benzeri ayeti kerimelerini nasıl anlamalıyız? Sorusuna bir nevi cevap aramaya çalışacağız. Doğru anlamaya çalışacağımız salt ayetin kendisi değildir. Kur’an’a bakışımızı şekillendirmesi ve kişinin kendisi dışındaki diğer Müslümanları anlama açısından bu ayeti kerime kilit nokta olduğu için ayeti doğru anlamamız çok önemlidir. Ayeti Kerimeyi iki sacayağı üzerinden anlamaya çalışacağız. Birinci ayağı, ayeti kerimede bulunan ilmi teknik boyutu üzerinden kısa bir açıklama yapacağız. İkinci sacayağı da yine kısaca ayeti kerimenin inişinden sonra asrısaadette daha Resul-i Ekrem’in de hayatta olması ve İslam toplumunun amiri olması hasebi ile nasıl anladıklarını yani o günün pratiği üzerinden anlamaya çalışacağız. Kısa öz dedik. Önce ayeti kerimenin ilmi teknik bilgisini vereceğiz. Daha sonra da asrısaadetteki Resul-i Ekrem’in pratiğine bakacağız. Önce teknik bilgiyi aktarmak için kilit nokta olan ayeti kerimede ki öldürülmesi gereken tüm müşrikler mi? Yoksa belirli bazı vasıfları taşımaları sebebi ile belirli suç işleyen o günkü bir kısım müşrikler mi? Bunu anlamaya çalışıyoruz. Bunu anlamak için: فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ Kelimesindeki “el” takısı dediğimiz lami tarife sağlıklı bir şekilde mana vermek ayeti kerimedeki mananın yüzde ellisi anlaşılacaktır. Buradaki lami tarifin bulunması ile öldürülmesi gerekenlerin müşriklerin geneli olmadığı yönde kesin bir kanıttır. Eğer genel olsaydı kelime “nekire” gelmesi gerekirdi. Başındaki el-Takısı ile o gün anlaşmayı bozan belirli müşrikler olduğu başındaki el takısının belirlilik takısı olmasıyla ortaya çıkmaktadır. İsimlerin başındaki “el” takısının birden fazla manaya geldiği bilinen bir şeydir. Kendisinden önceki ayeti kerimede anlaşmalı olup ta anlaşmalarını bozanlardan bahsettiği için buradaki lami tarif ile gelen “müşrikin” kelimesinden şu iki sonucu çıkarmak mümkün oluyor. Birincisi, o gün itibarı ile hayatta olan tüm müşrikler olmadığı hakikatidir. Lamı tarifin başında olması ile anlaşmalarına ihanet eden o belirgin müşriklerdir. Tüm müşrikler olması ılmi teknik bakımından mümkün değildir. İkincisi, o günden sonra da o günkü müşrikler gibi anlaşmalarını bozup toplumsal bir ihaneti kendisinde bulundurup belirlenmiş vasıfları taşıyan her devirdeki ihanet içinde olan müşrikleri kapsamaktadır. Ama hem asrısaadette, hem de ondan sonraki devirlerde müşriklerin tamamını kapsamaz. O çeşit bir ihaneti yapan her devirdeki müşrikler kast edilmiştir. “Müşrikin” Kelimesi isim geldiği için o yapılmış ihaneti içerleyenlerin vasfı olduğunun da mutlaka bilinmesi gerekir. Bu ihanet bir fiilden kaynaklanan işten çok, insan karakterini izaha yönelik olduğu için şirkle beraber antlaşmalarına ihanet edip toplumsal düzeni bozup ifsadı tıynet haline getiren müşrikler kast edilmektedir. Yani salt müşrikler olmayıp şirklerini antlaşmalarına ihanet etmeyi içerlemesinden kaynaklanan o vasıfta ki belirli müşrikler olmuş oluyor. Eğer başında el takısı olmadığı halde kelime isim olarak “El-Müşrikin” değil de nekire olarak “müşrikin” olsaydı tüm müşrikleri kast ettiği iddia edilebilirdi. Çünkü isim sübut ve süreklilik bildirir. Fiil ise yenilenip değişkenliği içerir. İsim siygası kullanılarak anlatılan karakter yapılarının, kişilikte iyice yerleşmiş özellikler oluşuna karşılık, fiil sıygası ile anlatılan durumlar yenilenip duran şeylerdir. İşte dün nasıl ki tüm müşrikleri kapsamadığı gibi, bu ayeti kerime bugünde yarında tüm müşrikleri kapsamamaktadır. Müslümanlarla yaptıkları anlaşmalarına ihanet edip toplumsal düzeni bu yönü ile ifsad eden müşriklerin dışında hiçbir müşrik, müşrik olduğu için bu kategoriye girmez. Ve dolayısı ile müşrik müşrik olduğu için de öldürülemez. İkinci sacayağı da; asrısaadette Müslüman evlatların müşrik babalarını bırakın öldürmeyi onlara hizmet edip her türlü hürmette kusur bile etmediklerini görüyoruz. Bunların başında Hz. Ebubekir(ra) gelir. Vefatına iki yıl kalana kadar müşrikti. Hz. Ebubekir’in Resul-i Ekrem’e yakınlığını da eklediğimizde müşrik olan babasına karşı iyi davranmayı bizzat Resul-i Ekrem’in talimatı olduğu ortadadır. Niçin olmasın ki? Lokman/15. Ayeti kerimede Müslüman bir evladın müşrik babaya karşı görevinin nasıllığı konusu tamamen izah edilip emredilmiştir. Resul-i Ekrem’in (sav) Mekke de kuraklığın olduğu bir sene de Medine de ki İslam devletinin hazinesinden Mekke de kikuraklık sebebi ile yardıma muhtaç olan müşriklere buğday ve arpa gibi yardımlar gönderdiği de bilinen bir hakikatir. Demek ki müşrikler sadece müşrik olunmaları onları insanı haklardan mahrum etmez. Hele hele imha edilmesi gereken insanlar olarak hiçte ön görülemez. Asrısaadette bir insan sadece müşrik olduğu için öldürüldüğüne dair bir tek örneği yoktur. Bu Mekke de ki putperest müşriklerin durumu. Bir de ehli kitaptan olan müşrikler ki onların kestiklerini yiyebilme, mabetlerine saygı, alimlerine de saygınlığı ve dokunulmazlığı… Gibi bu konuda şeriatımızın emirleri sayılamayacak kadar çok iken bazı kardeşlerimiz, bırakın putperest veya ehli kitaptan olan müşrikleri onlar gibi düşünmeyen her Müslümanı dahi müşrik kabul ederek camileri imha etmeyi dini mubini İslam’a yakıştırmaya çalışmaktan daha çarpık ve daha terslik ne olabilir? Bu davranış ve değerlendirme dinimize ne kadar uygundur? İslam’i açıdan hiçte olacak şey değildir. Halbuki asri saadette temel kaide şu ayeti kerimede olduğu gibi idi: “فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ “ “…onlar sizi vurmaya kalksalar sizde onları vurun…” Bakara/191. Medine-i münevvere de bazı münafıkların isim listesi elinde olan bir peygamberin bulunduğu camiye beraber gittikleri ve namazlarının birçoğunu beraber kıldıkları bilinen bir gerçektir. Münafık insanın Allah’ın dinine verdiği zararı hiçbir inançsız gurubun veremeyeceği kadar kesin olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Savaş esnasında dahi kılıcın baskısı altında şehadet kelimesini okuyanın imanı için tam iman etmiş olarak kabul eden, Mekke’nin fethinde evinde duran her müşrikin hayatını emniyette kabul eden, yine Mekke’nin fethi gününde ben Yusuf sizde Yusuf’un kardeşlerisiniz. Yani sizi kınamayacağım bile diyen bir Peygamberi düşününüz. Ümmeti olduğu iddiasında bir insan, kendisi gibi Müslüman olan kardeşini, İslam için çalıştığını, namaz kılıp Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirdiğini, ama bazı hususlarda kendisi gibi düşünmediği için onu imha edip yok etmeyi dini bir emir olarak anlamaktan daha büyük bir yanlışlık ne olabilir? Bütün insanlığın ihyası için gelen ve insanların hidayetine kilitlenen bir dinden, din kardeşini bile imha etmeyi ibadet bilecek kadar çarpık bir dini tasavvura savrulan bir dindarlık anlayışı! Ne kadar tuhaf değil mi? Kur’an ve sünnet insanın elinde olmasına rağmen! Demek oluyor ki konu bağlamında özel olarak bu ayeti kerime ve genel manada Kur’an’ı Kerimde asıl olan, Resul-i Ekrem’in (sav)ve dava arkadaşları olan ashabı kiramın anladığı manalardır. O manaları da biz onların pratiğinden kopararak başka türlü doğru bir şekilde anlamamız mümkün değildir. Kur’an’ın manası ve lafzı ile bir bütün olarak ilahi olmasının manası işte budur. Kur’an’ı Kerim manasını Arapça kalıp olan lafızlardan ibaret değildir. Salt Arapça lafızlarla Kur’an’a mana vermek, ilahi bir metne beşeri bir mana vermek olur ki, onu Kur’an olmaktan çıkarır. Hâlbuki o hem mana hem lafız hem de dinen dizaynik olarak da ilahidir.

YORUMLAR

  • 0 Yorum