Doç.Dr.Necmettin ÇALIŞKAN

Doç.Dr.Necmettin ÇALIŞKAN


KONSOLOSLUKTAN AL HABERİ!

24 Mart 2016 - 04:33

Geçtiğimiz günlerde biri Ankara’nın diğeri İstanbul’un  göbeğinde olmak üzere ülkemizi sarsacak iki büyük patlama yaşandı. Malum Kızılay’da ve İstiklal caddesinde gerçekleşen intihar eylemleriyle çok sayıda insan hayatını kaybetti. İlk patlamayı  ABD Elçiliği’nin uyarmasıyla, ikincisini Almanya’nın İstanbul’daki misyon temsilciliklerini kapatmasıyla öğrendik. Kaybedilen canlara içimiz yanıyor fakat bu kadar kayıp varken ilgisizlik ve ülkedeki belirsiz ortam bir o kadar daha acı.

Burada istihbarat zafiyeti meselesinden ziyade “sorumluların ciddiyetsizliği” zihinlerde soru işaretlerini artırmakta.

Ne hikmetse güvenlik ve istihbarat birimlerimiz saldırılar öncesi başarısız olsalar da olaylardan kısa bir süre sonra faillerin, yardım ve yataklık edenlerin kökünü kömecini, yedi sülalesini buluyorlar. Bade harabil Basra! 

  Pazar günü Türkiye’nin heyecanla beklediği  çok önemli  futbol maçı (!) Galatasaray - Fenerbahçe derbisi iptal oldu. Bu da toplumda bardağı taşıran son damla oldu. Şam’da namaz kılmayı hayal ederken, kendi ülkesinde stadyumda maç seyrettirilemeyecek hale geldik.

Maç hastalığı mevcut eğitim sisteminin yetiştirdiği kaygısız gençliğin en önemli olmazsa olmazlarından  birisidir. Bu hastalık aynı zamanda toplumun infialine neden olabilecek bir durumdur. Maalesef yeni nesil insanlar caminin boş kalması umurlarında  olmaz da, maça gidemezlerse  kıyamet kopar.

 Özellikle hafta sonu başta İstanbul trafiği olmak üzere, tüm yurtta AVM’ler, parklar, insanların girip çıktığı her yer bomboş kaldı.

O gün bazı programlar nedeniyle birkaç ilçe arasında mekik dokudum. Araçla dolaşırken emniyet ve jandarmaya ait birkaç kontrol noktasıyla karşılaştım. Hepsinde de gözlemim şu oldu; güvenlik güçleri o kadar tedirgindi ki  sanki durdurdukları her araç bomba yüklü ve üzerlerine infilak edecek, ya da aracın içinden birisi çıkıp kendilerine el bombası atacak gibi ürkek ve endişeliydiler. Eskiden güvenlik güçleri özgüven sahibiydi. Halk onları görünce rahatlar, kendini güvende hissederdi, şimdi onlar kendilerini bile güvende hissedemiyor.

Böyle bir ortamda yetkililer en iyi tedbir olarak interneti ve sosyal medyayı kapatıp yayın yasaklarıyla televizyonların haber yapmasını engellemeyi büyük başarı olarak görüyorlar. Zaten medyanın önemli bir bölümü kontrolleri altında, bir o kadarına da  el koymuş durumdalar.

Olayın hemen ardından yayın yasağı getirilip sosyal medyanın yasaklanması da ayrı bir handikap. Bunu çözüm olarak gören anlayış başını kuma gömen deveden başka bir şey değildir.

Hedef, belli bir merkezden yayın yapan TV’leri izletip, tek tip insan modeli oluşturarak her denileni yaptırmak. Koca milleti sürü halinde kontrol ederek, kendi doğrularına çekecekler. Sonra da pardon yanılmışız dediklerinde iş işten geçmiş olacak. Kimilerine bu durum bugün için  hoş görünüyor olabilir ancak kimse bir yıl ya da bir dönem sonrayı hesap etmiyor!

İstanbul patlamasından sonra her defasında olduğu gibi yine “Kınadık! Büyümemizi istemiyorlar! Gereken yapılacak! Hainlerden  hesap sorulacak! Şu kadar militan öldürüldü! Suçluların hepsini yakaladık! Kökünü kazıyacağız! Sabrımız test etmeyin! Bıçak kemiğe dayandı!” gibi klişe sözleri bu sefer fazla duymadık. Çünkü halkın kınamayla tatmin olmadığını artık anladılar. Bir de A  ve B planları olmadığından olaylar karşısında kendileri de paniğe kapıldı.

Uzun yıllardır işbaşında olanların bu kadar vurdumduymaz, kaprisli, acemi ve olaylara Fransız kalması gerçekten çok acı.

 Acaba bütün bu yaşananlar, “Devlet yönetmek çoluk çocuk işi değildir” dendiğinde dudak bükenlerin pişmanlık duymalarına sebep oluyor mudur dersiniz?   

YORUMLAR

  • 0 Yorum