Ayşegül AKDENİZ

Ayşegül AKDENİZ


Meclisin Nasrettin Hocası

14 Mayıs 2025 - 23:28

          MECLİSİN NASRETTİN HOCASI 

   3 Mayıs cumartesi günü yorgun kalbi duran, 4 Mayıs pazar günü de ebediyete irtihal eden eski TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder'in vefatıyla meclis unutulmaz izler bırakan bir vekilini kaybetti.
   O, meclisin modern Nasrettin Hocası idi adeta... En önemli vasıflarından biri olan nüktedanlığıyla aynı Nasrettin Hoca gibi hem taşı gediğine koyar, hem de güldürürken düşündürürdü.
   Kalp krizi geçirip hastaneye kaldırıldığında internette birçok video düştü önüme onunla ilgili. Kendisini pek fazla tanımadığımdan ilgimi çekti ve izledim bu videoları. Sarfettiği ifadelerden mühim dertleri olan, vicdanlı, insaniyet sahibi, merhametli ve müşfik biri olduğu anlaşılıyordu. Kendisini bizzat tanımasam da, sanki öz abim hastanede yaşam mücadelesi veriyormuş gibi üzüldüm ve sürekli dua ettim onun için. "İnşallah iyileşir, hedeflediği, arzu edip de yapamadığı şeyleri yapmak nasip olur" diye.
   O kadar çok video ve röportaj izledim ki onunla ilgili, dikkatimi çeken hususların hangi birini yazayım, bilemedim. Sanırım bu yazı -önemine binaen- hayli uzun bir yazı olacak.
   Bir konuşmasında hastalıklarından bahsedip menzile varma vaktinin yaklaştığını hissettiğini ifade edip "Her nefis ölümü tadacaktır" ayetini okuyarak kimde hakkım varsa helal olsun diyor, ölüme hazırlıklı olmak gerektiği mesajını veriyordu. Ayrıca 12 Eylül döneminde -hem de çıplak vaziyette- işkence görmüş de olsa, "hapishaneler de memlekettendir" diyerek asla kin gütmediğini ifade ediyordu. Bir başka gün ise torunu Can'ın düğününü görmeden gitmeyeceğini söylüyor, insanoğlunun içindeki yaşama arzusunu dile getiriyordu. İşte insanoğlu her ne kadar dünyadan ayrılmak istemese de, sevenleri kendilerini bırakıp gitmesin diye dualar etse de, emr-i Hak vaki olunca elden bir şey gelmiyor. Zira Cenab-ı Hak mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'de "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde ne bir saat geri bırakılabilirler, ne de öne alabilirler." buyuruyor. (A'raf/34) 
   Cenazesinde hemen her kesimden insanın gelip hüsn-ü şehadette bulunduğu Sırrı Süreyya Önder'e rahmet, sevenlerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Cenab-ı Hak taksiratını affeylesin, rahmetiyle muamele etsin.
        *                     *                    *
   Sırrı Süreyya Önder'in gerek hastalığı süresince, gerekse vefatı sonrası sosyal medyada yazılanlara bir göz attım. Çoğunluk çok iyi bir insan olduğunu dile getirmiş, dualar etmiş. Bunun yanı sıra bazıları da ileri geri konuşup nahoş ifadeler kullanmış. Oysa fırsat buldukça dinlediğim konuşmalarından, kendisiyle ilgili yapılan röportajlardan açıkça görülüyor ki, "Terörsüz Türkiye" ideali için uğraş veren, hatta sağlığını hiçe sayarak barış müzakerelerine katılan fedakâr bir siyasetçi Sırrı Süreyya Önder. Bunu kendisiyle sık sık görüşme ve sohbet etme imkânı bulduğunu ifade eden Nefes Gazetesi yazarı Deniz Zeyrek de yazısında ifade ediyor.
Elbette her insan gibi o da hayatı boyunca bazen hatalar yapmış, maksadını aşan ya da yanlış anlaşılan bazı ifadeler kullanmış olabilir. Zaten kendisi de bir konuşmasında "Pek çok hatalarım, keşke yapmasaydım ya da keşke söylemeseydim dediğim şeyler olmuştur. Ama kızımı ve torunumu utandıracak hiçbir şey yapmadım. Bunun için içim müsterih." diyor. Bir başka konuşmasında ise kendisine yönelik hakaretlerden dolayı üzüldüğünü ve nefis muhasebesi yaptığını dile getiriyor. Oysa kendisini tanıyanlar övgü dolu ifadeler kullanıyor. Sorun tanımayanlarda. "Kişi bilmediğine düşmandır" sözü mucibince zanda bulunanlar bilip bilmeden ileri geri şeyler yazıyor, hadsizlik ediyorlar maalesef... Oysa Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Zandan sakının. Zira zan, sözlerin en yalanıdır."  buyuruyor. (Buhari) 
   Yine bir başka hadisinde en iyi toplumbilimci olan Efendimiz (s.a.v.), "Su-i zan etmeyiniz. Zira su-i zan yanlış karar vermeye sebep olur." buyuruyor. (Müslim)
   Sırrı Süreyya Önder'in de zaman zaman konuşmalarında atıfta bulunduğu Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de
su-i zannı nefsin dört hastalığından biri olarak nitelendiriyor ve bu hususta şöyle uyarıda bulunuyor:
“İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın (geçmiş büyük zâtların) hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır”  buyurarak da hikmetini bilmediğimiz olaylardan dolayı su-i zan edemeyeceğimizi bildiriyor. "Su-i zan, maddi ve manevi içtimaiyatı zedeler" diyor. (Mesnevi-i Nuriye, s. 58)
   Sırrı Süreyya Önder'in en çok eleştirildiği husus, toplumun nefretini celbetmiş bazı isimlerle samimiyet kurması. Oysa "Barış elçisi" olma yolundaki hedefine ulaşmak için iletişim içinde olduğu kişilerle güzel bir dostluk kurmanın gerekli olduğunu düşünerek öyle hareket etmiş de olabilir Sırrı Süreyya Önder. Dolayısıyla bizlere düşen su-i zan değil, hüsn-ü zan etmek. Zira Peygamber Efendimiz (sav), "Ameller niyetlere göredir." buyurmuştur. (Buhari, Müslim, Ebu Davud)
   Ayrıca şunu da unutmamak gerekir: 
   Hz. Peygamber'e (s.a.v.), sahabe falanca insan sizinle konuşmak istiyor dediler. O değişik karakterdeki tehlikeli kişinin ismini duyan Hz. Peygamber (s.a.v.) rahatsız oldu, ancak görüşme isteğine de hayır demedi. "O kendi aşiretinin en kötüsüdür" buyurdu, ama yanına gelmesine de müsaade etti. Adam Efendimiz'in  yanına geldi. Hz. Peygamber (s.a.v.) adamla normal bir üslûpla konuştu. Kırmadı, azarlamadı. Çirkin davranışlarını yüzüne vurmadı. Ahlakını eleştirmedi. Aksine iyi davrandı.
   Adam gittikten sonra sahabe, Efendimiz'in bu tavrını merak ettiler ve sordular: Aşiretinin en kötüsü dediniz, ama normal muamele ettiniz. Bunu ona hissettirmediniz. Sebebini öğrenebilir miyiz?
   Efendimiz (s.a.v.) cevaben şöyle buyurdu: "Onun şerrinden ve kötülüğünden korunduk."
   Öyle anlaşılıyor ki bu adam Müslümanlar'a şöyle veya böyle zarar verecek konumda biriydi. Hz. Peygamber (s.a.v.), onunla normal münasebetini devam ettirdi ve en azından ondan gelecek zararı savuşturdu.
Siyasette,  kişisel ilişkilerde, bürokraside böyle davranma cevazı, kişiye daha hâkim ve avantajlı bir pozisyon sunabilir. Tıpkı Hz. Musa (a.s.), Firavun'a giderken Yüce Allah'ın "Ona yumuşak söz söyleyin" buyurduğu gibi...
   “Firavun’a gidin, çünkü o, gerçekten de çok azdı. Ona yumuşak bir tarzda söz söyleyin, belki öğüt alır, yahut korkar/saygı duyar.”  (Tâhâ 20/43-44)
   Peki bu ayet bizlere neler öğretiyor?
1. Karşındaki Firavun bile olsa sözü güzel kullanmalısın.
2. Karşındaki Firavun bile olsa zulmünü arttıracak şeyler yapmamalısın.
3. Karşındaki Firavun bile olsa iyileşeceğinden ümit kesmemelisin.
4. Karşındaki Firavun bile olsa ona öğüt vermeli ve hatırlatmalısın.
5. Karşındaki Firavun bile olsa neticeye takılmadan tebliğini yapmalısın.
                *                 *                *
   Sırrı Süreyya Önder'i tanıyan, beraber yemek yiyen bir tanıdığa "Nasıl biriydi sizce?" diye sorduğumda, "Herkese değer verip önemseyen, sohbeti huzur veren, mütevazı, hoş sohbet biriydi" diye cevap verdi.
   Bir ara ters düştüğü bir gazeteci de hastalandığında Sırrı Süreyya Önder'in kendisini arayıp mahçup ettiğini, maddi manevi destek olmak istediğini söylediğini ve bundan büyük memnuniyet duyduğunu ifade etmiş. 
   Bir başka gazeteci ise, kendisi yurtdışında iken anneler gününde onun adına annesini ziyarete gittiğini ve ilgilendiğini, dolayısıyla annesini de kendisini de çok mutlu ettiğini dile getirmiş.
   Ne mutlu!..
   Şefkat Abidesi Sevgili Peygamberimiz (sav), "İslâm nedir?" sorusuna bir keresinde "İslâm güzel söz, tatlı dildir." mealindeki hadisiyle cevap vermiştir.
                      *               *               *
   Bir ara hukukçu ve yazar olan bir milletvekilinin İstanbul'da bir kitap fuarına geleceğini haber almıştım. Yağmurlu bir günde, navigasyonun yönlendirmesiyle rampalardan inip çıkarak, dar yollardan geçerek güçlükle kültür merkezini bulmuş, imzadan sonra önemli bir konuyla ilgili biraz görüşmek istediğimi ifade etmiştim. Maksadım insanları maddi manevi mağdur eden bir çeteden ve yaptıklarından kısaca bahsedip hazırladığım dosyayı Adalet Bakanımız'a iletmesini ve bu çetenin çökertilmesine vesile olmasını rica etmekti. Ama güç zehirlenmesi yaşayan bu hukukçu milletvekili beni 1 dakika bile dinlemeden lafı ağzıma tıkmış ve çok saygısızca bir tavır takınmıştı. Hiç ummadığım bir tutumla karşılaşmış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Meğer bu vekilin keyfini kaçıracak bir şey duymaya hiç tahammülü yokmuş. Hem takındığı tavırdan, hem de sosyal medya hesaplarını yoruma kapatmasından bu anlaşılıyor açıkça maalesef... İşte böyle görünüşte "adam gibi" görünen, oysa gerçekte "büyük cüce" olan vekillerin Sırrı Süreyya Önder'den öğrenecekleri çok şey var diye düşünüyorum.
                    *                 *                *
   Sırrı Süreyya Önder, sosyalist bir babanın ve nurcu bir annenin çocuğu, fakir bir ailenin ferdi olarak çocuk yaşlardan itibaren bir mücadele içinde buluyor kendisini. Maddi manevi çok sıkıntılar çekiyor, türlü haksızlık ve işkencelere maruz kalıyor. Ama bütün bunlara rağmen ne hayat enerjisini kaybediyor ne de maneviyatını... Aksine  cenazesinde Şeyh Galip'in na'tının okunmasını vasiyet ederek kalbindeki Peygamber sevgisini izhar ediyor. 
   Şimdi ne küçücük bir çocukken -sırf ödevini istediği gibi yapmadı diye- onu döven öğretmeninin, ne de cezaevinde zalimce işkence edenlerin isimlerini ve akıbetlerini biliyoruz. Ama onca hakarete ve eziyete uğrayan Sırrı Süreyya Önder'in mecliste başkanvekilliği yapmış, vicdanlı bir "Barış elçisi" olduğunu bütün Türkiye biliyor. Artık o tarihe önce horlanan, sonra alkışlanan ve milyonların duasıyla ebedî âleme uğurlanan yüce gönüllü bir vekil olarak altın harflerle yazıldı.
                      *              *              *
   Yazının bu bölümünde kıvrak zekası ve hazırcevaplığıyla kendisine hayran bırakan Sırrı Süreyya Önder'in güldürürken düşündüren birkaç ifadesini aktarmak istiyorum:
   Sayın Cumhurbaşkanımız'la görüşmesi esnasında "Kaç çocuğun var?" sorusuna bir kızı, bir de torunu olduğunu söyleyerek cevap veriyor. "Ne yaptın sen? Olur mu öyle?" şeklinde bir tepkiyle karşılaşınca da taşı gediğine koyuyor ve "Cezaevinde yatmaktan çocuk yapmaya fırsat bulamadım" diyor ve güzel bir mesaj veriyor.
   Mecliste iktidar partisine yönelik eleştiride bulunurken de, "Allah utandırmasın deyip durdunuz her konuşmanızın sonunda. Allah duanızı kabul etti demek ki hiç utanma duygunuz kalmadı. Keşke başka bir şey isteseydiniz" diyor.
                    *                 *                *
   İlginçtir ki uçak fobisi sebebiyle uçağa binmek istemiyor, ama hapse girmekten asla korkmuyor. "Hapse atılmaktan korkmuyoruz.  Hiçbir zaman tırşikçi (yalaka) da olmayacağız." diyor. KHK mağdurlarından bahsederken de adeta aslan kesiliyor:
   "Mazlumun ahı, devirir şahı demişler. Bu KHK'nın kapsamına girmeyecek konumda insanlar, çocukları, hepinize sabah akşam beddua ediyorlar. En iktidar yanlısı kalemler bile kantarın ucunun kaçtığını düşünüyorlar. Öğretim üyesi sizden olmayabilir, size çok karşı da olabilir. Ne var bunda? Siz bu ülkenin sahibi misiniz? Zıllullah fil'âlem misiniz? Kendinizi Allah'ın yeryüzündeki gölgesi mi sayıyorsunuz? Nizamül-mülk müsünüz? Nesiniz siz? Milletin ekmeğiyle bu kadar oynuyorsunuz. Onların çoluk çocuğunun ne suçu var? Onları rızıksız, muhtaç bir vaziyete nasıl getirirsiniz? Evinizde nasıl uyursunuz? Çocuğunuzu nasıl seversiniz?"
   Bu güzel yürekli adamın mazlumun, mağdurun hakkını savunduğuna ve onların sesi olduğuna biz şahidiz. Cenab-ı Allah onu dünyada yükselttiği gibi ahirette de mükâfatlandırsın. Kendisi aramızdan ayrılsa da tarihe kaydedilen bu vicdanlı sesin, duyarlılığın ve cesaretin tüm vekillere örnek olması dileğiyle...